19 Nisan 2020 Pazar

ANNA KARENİNA VEYAHUT KUŞKU


                                      

                                                                    Ve Anna’nın okuduğu kaygılarla, aldatmalarla, dert-
                                                                     lerle, kötülüklerle dolu kitabı aydınlatan mum, her 
                                                                     zamankinden daha parlak ışıldayarak daha önce
                                                                     karanlıkta kalan her şeyi aydınlattı, çıtırdamaya
                                                                     başladı, sönmeye yüz tuttu ve sonsuza dek söndü.                                                                     
                                             

    İlk Rus Edebiyatı ile tanışmam lise-1 veya daha öncesiydi. Evimizin kitaplığında babamın önceden satın aldığı yine bir Lev N. Tolstoy kitabı olan Diriliş adlı romanıydı. Yanlış hatırlamıyorsam Sibirya’ya sürgün edilme ile alakalı bir kitaptı (İnşallah tekrar okuyacağım) Ondan hemen sonra Denis Diderot’un Rahibe’sini okumaya çalışmıştım. Okumaya çalışmıştım diyorum çünkü hatırladığım kadarıyla baya sıkılmıştım. Belki okuduğum döneme göre ağır bir kitap da olabilirdi. Bu kitaptan sonra uzun süre boyunca dünya klasiklerini okumadım. Şimdi ise bir dünya klasiği ile buradayım.

Uzun bir girizgâhtan sonra konumuza dönelim. Anna Karenina’yı kısa bir şekilde özetleyin derlerse büyük ihtimal şöyle özetlemeye çalışırdım: Aile geleneklerince, toplumun yaşantısınca ve kitapta sürekli geçen bir ifade olarak “ahlaki” açıdan yanlış kabul edilen bir aşk hikayesinin yanında; dönemin Rusya’sındaki sosyal yaşantı gibi konuları ele alan bir roman diyebiliriz. Zamanın sosyal yaşantısını çok güzel aktarıyor. Bu aktarımlar ile sadece Rus kültürünü aktarmakla kalmıyor. Aynı zamanda Rönesans ile toprağa gömülen bir tohum, Reform ile fidan haline gelen ve Sanayi Devrimi ile dallanan budaklanan bir mesele olan Avrupa hareketini her ülke gibi zamanın Rusya’sı da uzaktan izliyordu. Sosyete(halk gariban kapik hesabı yapıyor nereden bilsin avrupayı!!!!!) tarafından bir yandan özenilen bir Avrupa yaşantısı. Sadece yaşantılara özenilmekle kalınmıyor diğer yandan ise karakterlerin kendilerini ifade ederken tıkandıklarında Fransızcaya yönelmeleri gibi özenme durumları bizlere Tolstoy tarafından aktarılıyor.

Şimdiden uyaralım. Anna Karenina hakkında yazılan diğer yazılara nazaran Konstantin Dimitriç Levin ağırlıklı ilerleyebilecek bir yazı olabilir.

Çağın Rusya’sında geçtiğini söyledik. O dönemin Rusya’sında toprakla birlikte alınıp satılan bir Rus köylüsü portresi vardı.[1] Genel olarak Çarlık sınırları içerisinde yaşayan nüfusun çoğunluğu bu sistem içerisinde hayatına devam ediyordu. Kitapta da Konstantin Dimitriç Levin köy kısmını bizlere aktaran kişiydi. Levin, babasından kalan köy topraklarına gözü gibi bakmaya çalışan ve babasının kendisine bıraktığı bu toprakları çocuğunun ileriki yaşamı için ona aynı şekilde bırakma düşüncesindedir. Toprağını ardından gelenlere bırakma düşüncesi onun için önemli bir meselidir. Çünkü kendisinin rahatlıkla geçimini sağladığı bu toprağın çocuğunu da kolaylık sağlaması gerektiğini düşünüyordu. Levin’i filmlerde karşılaştığımız köy ağaları gibi sadece efendilik taslayan bir toprak sahibi olarak düşünemeyiz. Yeri geldiğinde eline kazmasını küreğini alıp köylüleriyle çalışmaya giden birisi. Bunları yaparken işin sadece pratik kısmında kalmayıp, teorik kısma da yoğunlaşmak isteyen birisi. Bunu yazmaya çalıştığı kitap ile anlıyoruz. Birçok yerde girdiği tartışmalarda, laf aralarında reklamını yaptığı kitabı. Aynı zamanda siyasal, toprak, aile yaşantısı gibi birçok konuda söyleyecek sözü olan birisi. Belki Levin, Tolstoy’un bir yansıması da olabilir. En nihayetinde her karakter, yazarından doğmuş bir üründür. “Avrupa’da halk eğitimli olduğu için rasyonel tarım yürütüyor.” fikrine karşı çıkıyor ve “…yürüyor ve sadece işçinin kendi alışkanlıklarına göre hareket ettiği yerlerde yürüyor(…) Uzun zamandır işgücümüzün özelliklerini sorgulamaksızın kendi düşüncelerimize göre, Avrupa’ya göre hareket ederek zor kullanıyoruz. İşgücünü ideal bir işgücü değil, içgüdüleriyle birlikte Rus köylüsü olarak kabul etmeyi deneyelim ve tarım sistemini buna göre kuralım.” düşüncesiyle hareket eden astığım astık kestiğim kestik olmayan bir köylü efendisi. Aslında bu alıntıyla birlikte iki toprak sahibinin Batı ile alakalı görüşleri bizlere aktarılıyor.

Kitabı ne kadar Levin üzerinden götürsem de kitap genelinde her karakterin kendi özelinde karşılaşacağımız bir durum var: Değişim. Efesli felsefeci Herakleitos’un dediği gibi “Değişmeyen tek şey değişimdir.” Levin de bundan nasiplenenler arasında. Romanın başlangıcından sonuna kadar evirilmesine şahit oluyoruz. Bu durumu en açık din alanında gözlemliyoruz. Birçok tartışmada tanrıya inanmadığını açık yüreklilikle söyler. Hatta daha da ileriye gider. Dindar birisi olan Kiti’ye evlilik öncesi din ile görüşlerini söylemekten kaçınmaz. Romanının sonuna doğru ise din ile alakalı görüşü artık olgunluğa ulaşmaktadır.

Yazıda bahsetmediğimiz saf kalpli Kiti’den, karakteri Levin ile taban tabana zıt olan, her sosyetenin uğruna hayat sürdüğü terfi etme işlemini sevdiği uğruna reddeden ve Tolstoy’un romana giriş yaptığı “Mutlu aileler birbirlerine benzer. Her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.” cümlesi ile mutsuz ailenin bir ayağı olan Kont Vronski’ye ve üzerine yüzlerce incelemeler yazılan Anna Karenina’ya saygı ve sevgiyle…

15.04.2020
İstanbul


[1] . Daha sonraki yıllarda ise köylülere yönelik toprak reformları yapıldı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder