Ve Anna’nın okuduğu kaygılarla, aldatmalarla,
dert-
lerle,
kötülüklerle dolu kitabı aydınlatan mum, her
zamankinden daha parlak ışıldayarak daha önce
karanlıkta
kalan her şeyi aydınlattı, çıtırdamaya
başladı, sönmeye yüz tuttu ve sonsuza dek söndü.
İlk Rus Edebiyatı
ile tanışmam lise-1 veya daha öncesiydi. Evimizin kitaplığında babamın önceden
satın aldığı yine bir Lev N. Tolstoy kitabı olan Diriliş adlı romanıydı. Yanlış
hatırlamıyorsam Sibirya’ya sürgün edilme ile alakalı bir kitaptı (İnşallah
tekrar okuyacağım) Ondan hemen sonra Denis Diderot’un Rahibe’sini okumaya
çalışmıştım. Okumaya çalışmıştım diyorum çünkü hatırladığım kadarıyla baya
sıkılmıştım. Belki okuduğum döneme göre ağır bir kitap da olabilirdi. Bu
kitaptan sonra uzun süre boyunca dünya klasiklerini okumadım. Şimdi ise bir
dünya klasiği ile buradayım.
Uzun bir girizgâhtan sonra konumuza dönelim. Anna
Karenina’yı kısa bir şekilde özetleyin derlerse büyük ihtimal şöyle özetlemeye
çalışırdım: Aile geleneklerince, toplumun yaşantısınca ve kitapta sürekli geçen
bir ifade olarak “ahlaki” açıdan yanlış kabul edilen bir aşk hikayesinin yanında;
dönemin Rusya’sındaki sosyal yaşantı gibi konuları ele alan bir roman
diyebiliriz. Zamanın sosyal yaşantısını çok güzel aktarıyor. Bu aktarımlar ile
sadece Rus kültürünü aktarmakla kalmıyor. Aynı zamanda Rönesans ile toprağa
gömülen bir tohum, Reform ile fidan haline gelen ve Sanayi Devrimi ile dallanan
budaklanan bir mesele olan Avrupa hareketini her ülke gibi zamanın Rusya’sı da uzaktan
izliyordu. Sosyete(halk gariban kapik hesabı yapıyor nereden bilsin
avrupayı!!!!!) tarafından bir yandan özenilen bir Avrupa yaşantısı. Sadece
yaşantılara özenilmekle kalınmıyor diğer yandan ise karakterlerin kendilerini
ifade ederken tıkandıklarında Fransızcaya yönelmeleri gibi özenme durumları bizlere
Tolstoy tarafından aktarılıyor.
Şimdiden
uyaralım. Anna Karenina hakkında yazılan diğer yazılara nazaran Konstantin
Dimitriç Levin ağırlıklı ilerleyebilecek bir yazı olabilir.
Çağın Rusya’sında geçtiğini söyledik. O dönemin Rusya’sında
toprakla birlikte alınıp satılan bir Rus köylüsü portresi vardı.[1]
Genel olarak Çarlık sınırları içerisinde yaşayan nüfusun çoğunluğu bu sistem
içerisinde hayatına devam ediyordu. Kitapta da Konstantin Dimitriç Levin köy
kısmını bizlere aktaran kişiydi. Levin, babasından kalan köy topraklarına gözü
gibi bakmaya çalışan ve babasının kendisine bıraktığı bu toprakları çocuğunun
ileriki yaşamı için ona aynı şekilde bırakma düşüncesindedir. Toprağını
ardından gelenlere bırakma düşüncesi onun için önemli bir meselidir. Çünkü
kendisinin rahatlıkla geçimini sağladığı bu toprağın çocuğunu da kolaylık
sağlaması gerektiğini düşünüyordu. Levin’i filmlerde karşılaştığımız köy
ağaları gibi sadece efendilik taslayan bir toprak sahibi olarak düşünemeyiz.
Yeri geldiğinde eline kazmasını küreğini alıp köylüleriyle çalışmaya giden
birisi. Bunları yaparken işin sadece pratik kısmında kalmayıp, teorik kısma da
yoğunlaşmak isteyen birisi. Bunu yazmaya çalıştığı kitap ile anlıyoruz. Birçok
yerde girdiği tartışmalarda, laf aralarında reklamını yaptığı kitabı. Aynı zamanda siyasal, toprak,
aile yaşantısı gibi birçok konuda söyleyecek sözü olan birisi. Belki Levin, Tolstoy’un
bir yansıması da olabilir. En nihayetinde her karakter, yazarından doğmuş bir
üründür. “Avrupa’da halk eğitimli olduğu için rasyonel tarım yürütüyor.”
fikrine karşı çıkıyor ve “…yürüyor ve sadece işçinin kendi alışkanlıklarına
göre hareket ettiği yerlerde yürüyor(…) Uzun zamandır işgücümüzün özelliklerini
sorgulamaksızın kendi düşüncelerimize göre, Avrupa’ya göre hareket ederek zor
kullanıyoruz. İşgücünü ideal bir işgücü değil, içgüdüleriyle birlikte Rus
köylüsü olarak kabul etmeyi deneyelim ve tarım sistemini buna göre kuralım.” düşüncesiyle
hareket eden astığım astık kestiğim kestik olmayan bir köylü efendisi. Aslında
bu alıntıyla birlikte iki toprak sahibinin Batı ile alakalı görüşleri bizlere
aktarılıyor.
Kitabı ne kadar Levin üzerinden götürsem de kitap genelinde
her karakterin kendi özelinde karşılaşacağımız bir durum var: Değişim. Efesli
felsefeci Herakleitos’un dediği gibi “Değişmeyen tek şey değişimdir.” Levin de
bundan nasiplenenler arasında. Romanın başlangıcından sonuna kadar evirilmesine
şahit oluyoruz. Bu durumu en açık din alanında gözlemliyoruz. Birçok tartışmada
tanrıya inanmadığını açık yüreklilikle söyler. Hatta daha da ileriye gider. Dindar
birisi olan Kiti’ye evlilik öncesi din ile görüşlerini söylemekten kaçınmaz. Romanının sonuna doğru ise din ile alakalı görüşü artık
olgunluğa ulaşmaktadır.
Yazıda bahsetmediğimiz saf kalpli Kiti’den, karakteri Levin
ile taban tabana zıt olan, her sosyetenin uğruna hayat sürdüğü terfi etme işlemini
sevdiği uğruna reddeden ve Tolstoy’un romana giriş yaptığı “Mutlu aileler
birbirlerine benzer. Her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.”
cümlesi ile mutsuz ailenin bir ayağı olan Kont Vronski’ye ve üzerine yüzlerce
incelemeler yazılan Anna Karenina’ya saygı ve sevgiyle…
15.04.2020
İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder